İZNİK ULTRA 160K



   İznik'te, ilk kez Mayıs 2017'de koştuğum Narlıca Dağ Maratonu'nu (50K) ''Bu yepyeni bir macera ...Geyik Parkurundan başlayıp Aydos'a, Aydos'tan Çekmeköy'e oradan - kim bilir, belki de- UTMB'ye uzanan hepsi birbirinden farklı bir yol(culuk)...'' diye başlayan satırlarla anlatmıştım. Geçen yıl Nisan ayında ise Orhangazi Ultra Maraton (90K) koştum. Zaman çabucak geçti ve bu yıl geçen yıllarda 140K olan parkur uzatılarak 100 mil olarak düzenlendi. Üçlememin sonuncusu, İznik Ultra Maratonu'nu (163K & 4600M toplam yükseliş) bitirerek hedeflediğim seriyi tamamladım. Elbette bizim için aslolan süreçteki kazanımlar olsa da orta vadede hedeflerime sağlıklı bir şekilde ulaştığım için mutluyum.

                               

 HAZIRLIK ve YARIŞ PLANI

  Son bir buçuk ayda, haftalık 100K'yı bulan antrenmanlarımın en uzununu yarıştan 1 buçuk ay önce Efes Ultra'da (55K) yaptım. Efes'ten sonra da her ne kadar böylesi bir yarış için yetersiz olsa da Aydos'ta, Aydos537 ekip arkadaşlarımla 25 ve 30K'lık koşular yaptım. Arkadaşlar, ''hazır mısın?'' diye sorduğunda -espri ile- bunun hazır olunacak bir yarış olmadığını, iş güçten geri kalan zamanlarda elimden geleni yaptığımı söyledim. Benim için aslolan bundan önceki deneyimlerim, biriktirdiklerimdi. Ayaklarımda var olanın üzerine ekleyerek, herhangi bir ultra yarışına hazırlıktan farklı bir şey yapmadım. Yani 90K'lık bir yarış için de benzer süreçlerden geçmiştim. Elbette bu yarışa özel farklı çalışma tekniklerini de barındıran antrenman programları bulabilirdim ama bu yarışı bu mesafelerdeki başka yarışlar için ilk deneyim olarak gördüm, bir şekilde bitirebileceğime olan inancımdan dolayı yapabildiğimin en iyisiyle yetindim. Hedefim, daha önceki yarışlar gibi hedef sürelerden bağımsız, sadece ve sadece sağlıklı bir şekilde bitirebilmekti. Koşu esnasında beslenme noktalarında acele etmeyecek, kıyafet değişim alanına geldiğimde iyi beslenip gerekli değişimleri yapacaktım. Nasıl başlayıp, hangi istasyona hangi sürede gelmem ile ilgili hiçbir ön hazırlığım olmadı. Yükselti grafiklerini, yeni eklenen yerleri hiç merak etmedim. Tek bildiğim yarıştan 70K sonra, bir önceki sene 90K koştuğum, tanıdığım bölümlere gelmek, oradan sonra ufak ufak hesap yapmaktı. Kısacası doktorun ''ne yersen ye'' dediği aşamadaydı.

 ULAŞIM-KONAKLAMA

   Sağ olsunlar (!), seçim sonrası mazbata stresi, yarış stresine girecek hal bırakmadı. Maalesef stresi başka streslerle attığımız ülke olduk. 
  Takım arkadaşım Metin (Özvarna) Abiyle, bir gün öncesinden yani perşembe günü, Pendik-Yalova-İznik hattıyla konaklayacağımız otele geldik. Amacımız rahat bir uyku çekerek, ertesi gün 19.00'da başlayacak yarışa acele etmeden, dinlene dinlene hazırlanmaktı. Nitekim öyle de oldu. Güzel bir uykudan sonra Yusuf'ta mükellef bir kahvaltı yaptık. Burada Cevdet (Alyıldız)Abi, Aykut(Çelikbaş) ve Budak(Timuralp) sohbet ettik, yeni yeni gelen arkadaşlarla selamlaştık. Hazırlıklarına ve son dönemdeki yüksek çıkışına şahit olduğum Budak'a yarışmada genelde ilk üçte yerinin garanti olduğunu söylediğimde biraz şaşırdı, herhalde abarttığımı düşündü. Budak müthiş bir performans ile yarışı 3. olarak tamamladı. Bana da yaş grubunda kürsü yapabileceğim söylendiğinde hiç olası görmüyordum.
   Yarış boyunca farklı markalardan oluşan 15 tane çeşit çeşit karbonhidrat jeli, 1 protein barı ve birkaç tane de bakkallarda satılan barları sırt çantama ve değişim istasyonuna gelecek olan değişim malzemelerini koyduğumuz çantaya bölüştürdüm. İçecek, izotonik ve tuz tabletlerinden almadım.

    ...VE START

   Startın verildiği 19 Nisan Cuma akşamı saat 19.00'da yarış takının altında 85 civarında yarışmacı vardı. Bizi uğurlamaya ertesi gün yarışacak olan yarışmacılarla birlikte coşkulu, uzun bir kalabalık gelmişti.





                   Video Cüneyt Nalbantoğlu

  Normalde çok daha yavaş tempoyla çıkmayı düşünürken kale kapısının oraya kadar olan bölümde coşkuya kapılıp ön grupla beraber geldik. Ekibimiz Aydos537'den Turgut Baş, Mehmet Ali Ok, Tanzer Satır, Metin Özvarna ve ben olmak üzere 5 kişi katılıyorduk. İlk 10 km'lik mesafeyi düz olduğu için 1 km'yi ortalama 6 dk.da alarak 1 saat civarında geçmeyi hesaplıyordum ki önden giden Turgut hesapları bozdu. Kimsenin birbiriyle gitmek gibi bir planı olmamakla beraber arkadaşlarımdan ayrılmadan tatlı tatlı sohbetlerle, biraz tempolu ilerledik. Ufak ufak kopmalar başladığında ön gruba geçen Mehmet Ali, Metin Abi ve Tolga (Güler) ile bir müddet gittim ama ihtiyatı elden bırakmamak adına onlardan geriye düşüp daha rahat bir tempoyla devam ettim. Start anında 7 derece civarında olan sıcaklık yavaş yavaş düşmeye başlamıştı ama hareket halinde olduğumuz için gayet ideal geliyordu. Burada 140K koşmuş Mehmet Ali ve Turgut İznik-Ilıca arasındaki zeytin tarlalarının geçen yıl çamur olduğunu, zorlandıklarını söylediler. Bu sene ise yağan yağmura rağmen kupkuru sayılabilirdi. Günlerdir yağan yağmur buraları etkilemediyse korktuğumuz gibi olmayacak, kuru zeminde pek de üşümeden yarışı tamamlayabilecektik. Her şey güllük gülistanlıktı.

  İZNİK-SÖLÖZ 

  Gecenin gündüz olacağı, kendimizden geçtiğimiz anda kıyafetlerimizi değiştirip biraz uzun dinlenerek beslenebileceğimiz, kendimce 'yenilenme' olarak gördüğüm SÖLÖZ, 88. km'deki ''artık bu yarış biter'' diyeceğim Sölöz. Yarıştan önceki tek planım buraya dinç varmaktı. Burayı yarışın 1. devresinin sonu olarak düşünmüştüm. Dikilitaş (10.km), Boyalıca İstasyonundan (15.km) sonra 35. km'deki Ilıca İstasyonuna kadar olan kilometreleri enerjimi saklayarak rahat bir şekilde geçtim. Ilıca İstasyonundan Mahmudiye'ye gelirken bezdiren tepe tırmanışlarından sonra "oh be!" dediğimiz asfalt yola geldik ve zor da olsa güzel tempo tutabildik. Burası, çamur ve balçıktan sonra kasılan ayaklarımızı açmak için de çok iyi geldi. Bu yarıştan edindiğim deneyimlerden bir tanesi de sürekli yürüyüş halinde olduktan sonra koşuya uyum sağlamanın hayli zor olduğuydu. Hatta bazı bölümlerde, bu nedenden dolayı, azıcık koştuktan sonra bile gidemedim, tekrar yürümek zorunda kaldım. Bundan önce katıldığım yarışlarda, çok dik yokuşlar hariç, yürü-koş yapmamdan dolayı koşuya geçişlerde zorlanmıyordum. Buralarda, evet, hem yarış mesafesinin uzunluğundan hem de ağırlaşan zeminden dolayı -biraz da fazla rehavete kapıldım- gereğinden fazla yürüdüm. Kaldığımız yola dönersek; anayolda 2-3 km kadar gittikten sonra işaretleri göremediğimi Turgut'a söyledim. Epeyce gidip tekrar geriye döndüğümüzde bu sefer gene sapağı kaçırıp geldiğimiz yöne giriyorduk ki yanılmıyorsam İhsan Abi'yi gördük ve tekrar bir daha dönüp yolumuzu bulduk. Özellikle burada birçok yarışmacının bizim gibi yaptığını düşünüyorum. İşaretlerden konu açılmışken, Anaçayırı'na kadar olan etapta da aynı şekilde birkaç kere yolu kaçırdık. Özellikle, karanlığın iyice çöktüğü bu bölümlerde işaretlere aşırı derecede dikkat kesilerek gittiğimiz halde yolu kaçırdık. Bana göre bunun başlıca sebepleri;
 *işaretleme aralıklarının uzun olması,
 *sapaklarda dönüşlerin belirgin olmaması (Bildiğimiz kural, parkurda bir yön değişikliği varsa oraya yaklaşırken işaretlerin döneceğimiz tarafa konulmaya başlanması gerektiği yönünde. Dönüş solda ise her zamankinden daha sık, 3-5 işaret fazla konur ve ilerde bir yerde sola döneceğimizi anlarız. Birkaç tane de dönüşlerin içine konulduğunda hiç şüphe kalmaz.),
  *şeritlere zımbalanan reflektörlerin kalitesiz olabileceği,
  *işaret şeritlerine takılan reflektörlerin boylarının küçük olması (En az el kadar olmalı bence.),
  *reflektörlerin, işaret şeritlerinin sadece bir tarafına uygulanması (Çoğu yerde rüzgarla dönen şeridin reflektörsüz tarafı; çalıya, çırpıya, ağaca vb.ne takılıp kalmış ve bu yüzden gözükmüyordu.).
Ne maliyet hesabıyla tasarrufa gidildiğini ne de işaretleri yapan arkadaşlarımızın özensiz olabileceğini düşünüyorum. Sadece biraz daha dikkatle gözlense bu dediklerim fark edilebilirdi.

  Yarışta zihinsel ve fiziksel kırılmayı en fazla Mahmudiye'den Yeniköy'e (18K) kadar süren etapta yaşadım. Sadece 90K'dan uzun olan ultra yarışlarda yaşadığım diz ağrısı nüksetmeye başladı. Tarif edecek olursam; sağ diz kapağının 3 parmak sağ iç tarafındaki noktanın hemen altında bulunan bağlantı kemiği (tibia). Bu ağrılar yarışlardan kısa süre sonra geçip, koşularımı etkilemediği için üzerinde fazla durmuyordum. Bu ve benzer yerlerdeki sorunların birçok kişide ağrı oluşturup, dizin hareketini kısıtladığını koşularda rastladığım arkadaşlardan da biliyorum. UTMB dâhil birçok uzun koşu tecrübesi olan Mehmet Ali bizlere daha önce "Bu ağrılar belli bir süre ne yaparsak yapalım olacak olan ağrılar. Kıkırdak sıvısı deforme olmadan bu mesafeleri koşma ihtimalimiz yok." demişti. Bir anlamda koşuya yeni başladığımızda herkeste oluşan muhtemel ağrılar gibi düşünmek lazım geldiğini söylüyordu. İlk başlarda 2 dizimin farklı yerlerinde hissettiğim ağrıların zamanla azaldığını, kuvvetlendiğimi süreç içerisinde zaten hissediyordum. Ultraların dize zarar verip yol koşularımızı etkilediği gibi yaygın düşünceyi ben de bu çerçevede yanlış buluyorum. Nitekim, Kapadokya 120K'dan hemen sonra asıl hedefim olan Mersin maratonunun hazırlıklarına kaldığım yerden devam edip, hiçbir sıkıntı yaşamadan hedeflediğim dereceyi yapmıştım. Bu bölümlerde Sadık (Taşkın) ile ilerliyorduk ve ağrının kendi kendine geçmeyeceğine artık kanaat getirdim ve yarışı tamamlayamayacağımı düşünmeye başlamıştım ki bir şans olarak Sadık'a, ağrı kesicisinin olup olmadığını sordum. Sadık, ihtiyaten yanına birkaç tane almıştı ve sağ olsun 2 tanesini bana verdi. Az önce bahsettiğim Kapadokya 120K yarışında Turgut 3 adet ağrı kesici kullanmış ve yarıştan sonra iştahsızlık, mide bulantısı, dışkının renginin değişmesi gibi nedenlerle mide kanaması geçirmişti. Neyse ki erken farkına varıp vakit geçirmeden soluğu hastanede alıp tedaviye başlamıştı. Turgut İstanbul'a gelince de birçok tetkik yaptırıp uzun bir tedavi gördü. Turgut bu durumu - biraz da- daha önce migren ağrılarından dolayı ağrı kesicileri çokça kullandığını, bunun da kanamayı tetiklemiş olabileceği şeklinde açıklıyordu. Ağrı kesiciler midede mikro çatlaklar oluşturarak kanamalara neden olmuş. Ders çıkaracağımız, çok yakın tarihte şahit olduğum bu olay hafızamda tazeyken, tereddüt etmeden 1 tane ağrı kesici aldım. Hayatım boyunca taş çatlasa 2 kutu ağrı kesici kullanmışımdır. Yarış boyunca, ağrı arttığında, 4 tane daha ağrı kesici aldım. İlaç kullanmı yarışmanın kuralları ve yarışın etik değerleriyle ilgili bir durum değil. Kişinin tamamen kendi tasarrufunda olan bu olayı ultra koşan birçok kişinin yaşadığını, kendim dâhil okuyanların tekrar sorgulaması için yazıyorum. Kesinlikle yarışı bırakırım ama kullanmam, diyen arkadaşlar olduğu gibi, yarış boyunca 6-7 tane ağrı kesici kullanan arkadaşlar olduğunu hem okudum hem de bitirdiğim bu yarışta dâhil olmak üzere şahit oldum. Sadık ile 70. km'deki Anaçayırı'na kadar beraber gittik. Kendisiyle zaman zaman birbirimizi geçip yarış boyunca karşılaştım ve aşağı yukarı aynı sürelerde yarışı tamamladık.
  Gece boyunca, soğuk ve rüzgarla beraber süren uzun iniş ve çıkışlar bitmiş, Örnekköy-Sölöz Burnu'ndan Sölöz'e kadar olan yaklaşık 18 km'lik düzlük olan sahil hattına gelmiş, buradan sonra da genelde koşarak, enerjimi kontrolümü de bırakmadan Sölöz'e, değişim istasyonuna geldim.

 SÖLÖZ -İZNİK

 Sölöz İstasyonu'ndaki eski belediye binasınında kıyafetlerimizi değiştirdik. Bu istasyonda yiyecek ve içecek çeşitliliğini biraz farklı bekliyordum. Yemek olmasa da en azından bulgur pilavı olabilirdi. Onun haricinde soğuk soda ve muz olsa hiç fena olmazdı. Aslında bizler de bu istasyona kıyafetlerimizle beraber yalıtımlı buzluk çantasının içinde yiyecek-içecek bırakabilirdik. 33cl.lik çivi gibi bir bira hiç fena olmazdı mesela:). Buradan Narlıca'ya kadar 18 km'lik, genelde tırmanış şeklinde zor bir bölüm vardı. Bu bölümlerde Turgut ile tekrar buluşmuştuk ve beraber gidiyorduk. Gün içinde hava ısınır diye ince iç katman giymiştim ama hava geceden de soğuktu. Sürekli hareket halinde olduğumuz için pek sorun yaşamadım. UTMB standartlarında olan yağmurluklarımız, aynı zamanda iyi bir rüzgar kesiciydiler. Bu yarışta edindiğim başka bir deneyim istasyonlarda gereğinden fazla durmanın bize yarardan çok zarar sağladığıydı. Daha önceki istasyonlardan çıkarken hissettiğim üşüme, bundan sonraki her istasyonda, özellikle de Müşküle, Süleymaniye ve Derbent'te titremeye döndü. Derbentte soba yanıyordu, çıktığımda ayazla beraber zangır zangır titriyor, dişlerim birbirine vuruyordu. O anda tek çaremiz koşmak ve sadece koşmaktı. Kapalı alana girmeden, ayakta hareket ederek ihtiyaçlarımı karşılayıp yola devam etmeliydim. Neyse, ilk elin günahı olmaz, bir daha nasip olur da bu mesafeyi koşarsam diye bunu da notlarımın arasına ekliyorum.

  Kah yürüyüp kah koşuyorken Narlıca için alçalmaya başladığımız bölümlerde kar sürprizi ile karşılaştık. Servi ağaçlarının arasında kartpostal gibi harika manzaralar oluştu.




 
   Burada, 90K'da start alan Oğuzhan Emre Singer 1. sırada yanımızdan fişek gibi geçti. Koşuya başladığı andan itibaren koşu seyrini iyi bildiğim Emre, kardeşi Bahadır ile birlikte müthiş başarılara imza atıyor. Onlarla birlikte Eskişehir'deki bütün arkadaşlarımı selamlıyorum. Emre'den yaklaşık 20 dk sonra, yine 90K'da yarışan Cengiz ve Hilmi de birbirine tempo vererek yanımızdan geçti. Narlıca'ya inerken 3 km kadar balçık ve çamurun içinden koştuk. Sanılanın aksine, çamur ve balçıkta inerken hızlı tempoda gitmek, yerle fazla teması kesip, seri adımlar sayesinde kaymamızı önlüyor. Her ne kadar inişte koşmaya çalışsam da istediğim tempoyu alamadım ve oldukça fazla kaydım. Bir iki yerde çok ciddi düşme tehlikesi geçirerek 55K için start yeri olan Narlıca'ya 17 buçuk saatte geldim. Yarıştan önce arkadaşlarıma, yarış esnasında da Turgut'a dediğim gibi, buradan sonra bitişe kadar olan bölümü 10 saat olarak hesaplıyordum. Narlıca'daki istasyonda fazla oyalanmadım. Narlıca-Müşküle arası yarışın en sevimsiz, bana hayli zaman kaybettiren bölümüydü. Sayıları hayli fazla olan 50K ve 90K yarışçıları, dik ve çamurlu olan zemini iyice kayganlaştırmıştı. Yarışın yorgunluğu üzerine -zaten sevmediğim dik inişlerde- hayli zorlandım. Buralarda ultracıları motive eden önemli bir özdeyiş devreye giriyor: "Her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır." 10K'lık bu bölümü 2 saat civarında tamamlayarak -nihayet- Müşküle'ye vardım. Müşküle İstasyonunda yiyecek yoktu, bakkaldan bir tuzlu kraker alıp koşmaya başladım. O anlarda, olağanüstü bir şey olmazsa yarışı tamamlayabileceğimi düşündüğümden de olsa gerek, kendimde müthiş bir enerji, dirilik hissettim. Tatlı tatlı, sürekli çıkışların olduğu bu çok sevdiğim etabı (10K) mümkün olduğunca koşarak 1 saat 47 dk.da kat ettim. Sonuçlara baktığımda 160K koşanlar arasında bu bölümü çok iyi bir dereceyle geçmişim. Süleymaniye İstasyonu'nda, Aydos537'nin sevgili kaptanı Mehmet Ali Ok'un yarışı bıraktığını, Alpaslan'dan öğrendim. Daha önceden de sıkça söylediğimiz gibi birçok parametresi olan bir yarış bu. Mehmet Ali'nin yaşadığı mide sorunları, en son kramplar şeklinde kendini göstermiş ve yarışı bırakmak zorunda kalmış. Elbette, hepimiz işinde gücünde olan amatör sporcularız, dünyanın sonu değil ama aylarca hazırladığımız bir yarışı bırakmak hepimizin moralini bozmadı da değil. Denecek tek şey var bu durumda: Sağlık olsun! Ekibimizden Tanzer Satır  160K yarışını( Narlıca'da), Onur Azcan da 90K (Süleymaniye'de) yarışını benzer problemlerle bırakmak zorunda kaldılar. Türlü sebeplerle yarışı bütün bırakan arkadaşlara  geçmiş olsun. Herkesin ayağına sağlık!

   Buradan, Aydos537'nin bir diğer tecrübeli ismi Alpaslan Bodur ile çıktık. Alpaslan 90K koştuğu için onun dinçliğinden yarararlanıp, temposuna tutunarak gidebildiğim yere kadar onunla gidecektim. Nitekim çok iyi oldu. Güzel bir tempoyla 6K kadar gittikten sonra sevgili takım abimiz Metin Özvarna'yı yakaladık. Alpaslan bizden uzaklaştı, biz de geri kalan, oldukça çamurlu bölümü tamamlayıp, yarışın "nerdeyse bitti" dediğimiz sondan 2. İstasyonu Derbent'e geldik. Derbent'te 1 buçuk tabak bulgur pilavını 1 bardak kolayla içtim, sularımı doldurup Metin Abi'yle beraber yola çıktık. Zaman zaman küçük çıkışlar olsa da sürekli ineceğimiz 12K sonraki Çamdibi İstasyonundan sonra, bitişe (İznik) kadar dümdüz olan 5K'lık bir yolumuz kalacaktı. Yarışı tamamlayabilecek olmanın verdiği coşkuyu da hissederek, sürekli koştum ve Çamdibi İstasyonuna geldim. Burası mahallelinin yaptığı çeşit çeşit dolmalar, tatlılarla tam bir şenlik yeriydi. Lakin kafamda sadece koşup yarışı bitirmek vardı. Sadece bir yaprak sarma yiyerek hiç vakit kaybetmeden son kez yola revan oldum. Çok dinç bir şekilde gayet iyi bir tempoyla kale kapısından içeri girip bitiş takına gelirken, 56K'da koşup, yaş grubunda kürsü yapan takım arkadaşımız Harun Alışır'ın eşliğinde finişe gelip, genelde 12, yaş grubunda da 2. olarak yarışı tamamladım. Yarışmayı bitiren diğer takım arkadaşlarım Gülnur Başer(55K), Meltem Baş ( 35K), Hayriye Ok (25K), Hakan Günka (90K) ve Nurkan Kurt (55K), Bahçelievler 4 kişilik minik koşu gurubumuzdan  56K  yı  gayet başarılı bitiren sevgili dostlarım  Zafer Zorlu ve Mehmet Yılmaz,  Ereğli Koşu Gurubu'nun kaptanı, değerli abim Oğuz Perçinel şahsında, yine aynı gruptan yarışmada 1. olan  Uğur Vahdettin Aydın olmak üzere tüm yarışa gelen ekibi -onları da görmek güzeldi- ve tüm kategorilerde yarışan değerli arkadaşlarımı kutluyorum.







   İznik Ultra Maratonu, ilk kez Caner Odabaşoğlu öncülüğünde 2012 tarihinde gerçekleşti ve hâlâ Türkiye'nin tek seferde gerçekleştirilen en uzun ultra koşusu (100 mil) ünvanını elinde bulunduruyor. Uluslararası birçok yarışmada koşan Odabaşoğlu, ultracı olarak da ülkemizde ilklerdendir. İznik'te yaptığı başarılı düzenlemelerle ülkemizdeki birçok ultra yarışın önünü açıp, yarışların gelişmesinde ve sayıca çoğalmasında -kanımca- öncüdür. Ancak yüzlerce kişiyle gerçekleşebilecek böylesine büyük parkuru düzenlemek, hele bunu büyük destekleyiciler olmadan yapmak oldukça zor. Caner Odabaşoğlu ve ekibini içtenlikle kutluyor, tüm gönüllülere şükranlarımı sunuyorum.
İznik ultra maratonda ayrıca ;
  *Orhangazi Ultra Maraton 90K
  *Narlıca Dağ Maratonu  55K
  *Göllüce Patika Koşusu 35K
  *Derbent Patika Koşusu 25K
  *İznik Tarihi Kent Koşusu 5K
alt koşuları da vardır.

   SON SÖZ

   Yarışların doğası gereği çok zorlandığım, bir an önce bitsin dediğim yarışlar olmuştur ama hiçbir yarışta isyan edip "Bir daha burada, bu mesafelerde koşmam." dediğim olmadı. Nitekim bu yarışta da olmadı. Küçük büyük demeden hemen her yarışa kendi disiplini içerisinde antrenmanlar yaparak, zihinsel ve fiziksel olarak hazır olarak katıldım. Yarışların zorluğu ve mesafelerinden çok, hazırlık sürecini göze alamadığımdan dolayı ertelediğim, düşünmediğim yarışlar vardır. Bu çerçevede, bir daha bu mesafeyi koşar mıyım bilmiyorum ama büyük keyif aldığım müthiş bir yarış tamamladım, mutluyum.

  Özellikle 100 millik ultralar için yazılan çok güzel bir tekerleme var, hatırlayalım:

   "Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Döndük, baktık arkaya bir arpa boyu yol gitmişiz."
                     
  Sporla ve sevgiyle...

Yorumlar

  1. Öncelikle 160km boyunca gösterdiğin başarıya tebrikler olsun abim, yazı içinde ellerine sağlık..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder