...
Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.
Şeyh Bedreddin Destanı - Nazım Hikmet
İznik Ultra Maratonu ilk kez 2012 tarihinde gerçekleştirildi ve hala Türkiye’nin tek seferde gerçekleştirilen en uzun koşu yarışı (140K) unvanını -son yıllarda bir iki benzeri yarış ile- elinde bulunduruyor. Bu uluslararası organizasyonda ayrıca İznik Tarihi Kent Koşusu (15K), Derbent Patika Koşusu (15K), Göllüce Patika Koşusu (30K), Narlıca Dağ Maratonu (50K), Orhangazi Ultra Maratonu (90K) gibi alt kategori koşuları da vardır.
Geçen yıl ilk ciddi ultra deneyimim olan ve benim için İznik üçlemesinin ilki, Narlıca Dağ Maratonu’nu (50K) koştuktan sonra “Bu yepyeni bir macera… Geyik Parkuru’ndan (Belgrad Ormanı) başlayıp Aydos’a, oradan -kim bilir, belki de- Ultra Trail Mont Blanc’a uzanacak birbirinden farklı yol(culuk)” demiştim. Şimdi ise Orhangazi Ultra Maratonu’nu (90K) tamamladım. Ekimdeki Kapadokya Ultra Trail (120K) ile hazırlanıp, önümüzdeki yıl İznik Ultra Maratonu’nu (140K) yani üçlemeyi tamamlayıp ara hedeflerime ulaşmayı umuyorum.
Yarıştan 1 gün önce, Aydos537 takım arkadaşlarım Harun Alışır ve Tanzer Satır ile öğle saatlerinde İznik’e gelip otele yerleştim. Zorunlu malzemeler hariç yarış esnasında sırt çantamıza alacağımız şeyler oldukça sınırlı -aslında sınır yok ama ne kadar az malzemeyle koşarsak o kadar az yük taşımış oluyoruz- olmasına rağmen oldukça fazla malzeme getirdim. 10 saatten fazla koşacak olmamız başta ayakkabı seçimimizi, gün içerisindeki hava değişimleri de kıyafetlerimizi önemli kılıyor. Yanlış kıyafet seçimi ya da alacağımız bir şeyi almamamız, yarışı bırakmamıza kadar varabilecek birçok olumsuz durum yaratabilir. Bu yüzden her yarıştan önce, yarışta kullanacağım giyecek, yiyecek ve içecekleri, tıpkı kuyumcu vitrini gibi gözümün önüne sererim. Tahmin ediyorum ki birçok yarışçı arkadaşım da son ana kadar malzemeleri aklından geçiriyordur.
Yarış kitlerinin dağıtıldığı meydana, yani fuar alanına geldiğimde yarışın tatlı heyecanı sarmaya başladı. Buralar kıyafet stantları, ikramlar ve etkinliklerle dolu eğlenceli yerler. Birçok arkadaşımızla burada karşılaşıp, yarışlara dair güzel sohbetler ediyoruz. Yarış numaramı ve gerekli malzemeleri aldıktan sonra doğruca İznik’teki herkesin ortak buluşma noktası, Köfteci Yusuf’a geldim. Burası geniş bahçesi, sınırsız çayları ve çalışan gençlerin fevkalade güzel misafirperverliğiyle iyi bir fuaye alanı aynı zamanda.
Yarış gecesi, saat 12’de takım kaptanımız Mehmet Ali OK, Harun Alışır, Turgut Baş, Alp Aslan ve diğer yarışçı arkadaşlarımızı, 140K koşacakları start alanından başarılar dileyerek uğurladık ve akabinde güzel bir uyku çekerek sabahı ettim.
Saat 7’de Çorbacı Kenan’da süper bir kahvaltı yaptık. Ardından İznik Gölü’nün güney yarısını döneceğimiz (yaklaşık 90K), toplam yükseklik kazanımı ve toplam iniş 2600m +/- olan yarışın başlangıç noktası olan Bursa’nın Orhangazi ilçesine, aynı mesafeyi koşacağımız Aydos537’den arkadaşlarımız Onur Azcan, eşi Hande Azcan, Mehmet Bürge ve Tanzer Satır ile servisi kullanmadan kendi aracımız ile geldik. Yol boyunca, gece start alan arkadaşlarımızın 45 ile 60. km’leri arasında bazılarını gördük, durduk, alkışladık. Bunlardan biri de Turgut’tu ve bir hayli de iyi gözüküyordu.
ORHANGAZİ-SÖLÖZ
Geçen yıl zemini tecrübe etmem ve biraz da ultra koşularda deneyim sahibi olmamdan dolayı trail (Salomon Fellraiser) değil de daha çok yol (Asics Gel Nimbus 18) ayakkabılarımı tercih ettim. Bunda elbette hava durumunun yanı sıra en çok da yarışın ilk 19 km’sinin yükseltisiz, stabil zeminde koşulacak olması etkiliydi. Yarıştaki tek planım bu bölümü 5 pace (dk/km) ile geçip, 1 saat 35 dk.da ilk ikmal noktası olan Sölöz’e gelmekti. Start 9’da verildi. 4. km’deki Örnekköy’ü geçerek, İznik Gölü’nün kıyısı boyunca, kâh asfalta çıkarak kâh zeytinliklerden geçerek sanki yarış böyle bitecekmiş gibi harika bir parkurda 18. km’ye geldim. Köy içerisine Özgür Tetik ile beraber girdik ve ilk kontrol noktası Sölöz’e çok az kalmıştı. İkimiz de dikkatlice baktığımız halde işaretlemeleri göremedik ve -haliyle- alt yoldan devam ettik. Ana yola çıktığımızda yukarıdan yarışçıların geldiğini gördük ve yanlış yoldan geldiğimizi anladık. Tekrar geldiğimiz yerden geri dönerek - 1saat 35 dk.da, tam planladığım gibi- kontrol noktasına 6. ve 7. sırayla girdik. Bu durumu daha sonra arkadaşlara sorduğumda çocukların işaretlemeleri sökmüş olabileceği, cevabını aldım. Bu istasyonda sadece boşalan suluklarımı doldurdum ve hiç oyalanmadan yoluma devam ettim.
SÖLÖZ-NARLICA
Yarışın buraya kadar olan bölümünü fazla hırpalanmadan, yol koşularındaki tecrübemle geçtim. Yarış artık bundan sonra başlıyordu. Buradan bir sonraki istasyona kadar +800 metre toplam yükseklik kazanımı vardı ve amacım gücümü koruyarak 50K’da koşanların start noktası Narlıca’ya, yani bizim yarışın 38. km’sine dinç gelebilmekti. Geçen yıl oradan itibaren koştuğum için kendimi zihinsel olarak hazırlayabileceğimi düşünüyordum (Buradan okuyabilirsiniz). Sert yokuşları ritimli yürü-koşlarla geçerek ve Sölöz-Narlıca arası 17 km’yi 2 saatte tamamlayarak toplamda 3 saat 35 dk.da Narlıca’ya geldim. Burada gece start alıp, Alanya Ultra’dan sonra sakatlığı nüksederek yarışı 25. km’de bırakan ve bize desteğe gelen sevgili arkadaşımız Harun Alışır vardı. Harun, sağ olsun, diğer istasyonlara da geldi. Yarış boyunca ilgisini gördüğümüz diğer üç arkadaşımız da Alp Yörük, Polat Dede ve Türkiye’nin tartışmasız en başarılı ultracısı Aykut Çelikbaştı. Aykut’u hep anlatırlardı ama yakından gördüm ve yaşadım. Burada da fazla kalmayıp, biraz tuzlu fıstık ve birkaç dilim portakal yiyip yine 0,5 +0,5 iki suluğumu doldurup yola çıktım. 2017’de bundan sonra kalan bölümü yani Narlıca 50K Dağ Maratonu’nu 6 saat 20 dakikada bitirmişim. O zamandan bu yana kendimi geliştirmiş olmamı ve bu yoldaki tecrübemi, buraya kadar kat ettiğim yolun yorgunluğuyla teraziye koyduğumda 7 buçuk saatte bitirmeyi öngörüyordum. Buraya 3,5 saatte geldim; üstüne 7,5 saat daha koyarsam 11 saat hiç de mantıksız değildi. Bu hesabı yarıştan 3 gün önce yanına kahve içmeye gittiğim sevgili Cengiz’e (Akyüz) de yapmıştım. Bu iş bilim işi, istatistik işi. Maratonda hazırlık durumuma göre bitiriş süremi artı eksi 2 dk. farkla bilebiliyorum. Aralarında 3-5 saniye olmasına rağmen atların bile favorisi varken, bizim kendi performansımıza göre muhtemel süreleri bulmamız çok daha kolay ama gelgelelim bu hesap bana gerçekten abartılı geldi ve 11,5-12 saat arası bitirebilirim, diyordum.
NARLICA-MÜŞKÜLE
Narlıca’dan çıkıp köy yoluna, oradan da zeytinliğe çıktıktan sonraki sert iniş, bir gün önce yağan yağmurun kayganlığıyla birleşince yarışın en zor demeyeyim ama bana en sevimsiz gelen etabıydı. Narlıca’ya inerken zorladığım quad’lar bana bundan sonra çok lazımdı. Balatayı yakmadan, kayışı sıyırmadan, kolu bacağı kollayarak ve de ip inişinden başarıyla geçerek, patikaları da aşarak ‘nihayet’ dananın kuyruğunun kopacağı 600 yıllık kadim bir köy olan Müşküle’ye geldim.
Zeytinlikler arasından İznik Gölü’ne hâkim, çok güzel evleriyle harika bir köy olan Müşküle’yle ilgili acıklı bir öyküden bahsetmek isterim: Bu güzel köyde Nazım Hikmet’in ölümünün birinci yılında “...tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemem hani” dizeleriyle biten vasiyetine uyularak bir çınar ağacı dikilir. Bu ağacın namı 80’de duyulur ve ardından da jandarma tarafından kesilir. Bu yüzden Müşküle, çınarı olmayan Çınarlı Köy olarak da bilinir…
Müşküle’yi Turgut ile birlikte geçtik. Bizi izlemek için olsa gerek, kapılarının önünde sıra sıra dizilip örgü ören, bizlere laf atan nineler çok hoşumuza gitti. Turgut’un 100. km’siydi ve iyi gözüküyordu. Burada yiyecek yoktu ama görevlilerden aldığım bir parça ekmekle sularımı doldurup yoluma devam ettim. Biraz beraber gittikten sonra Turgut’tan ayrıldım ve bir sonraki durak Süleymaniye’ye doğru yola çıktım.
MÜŞKÜLE-SÜLEYMANİYE
Yükseltinin en fazla olduğu, yarışın en kırıcı etabı burası. Yeterince antrenmanlı değilseniz git git bitmeyen yokuşlar, sıcak da eklenince hayli bezdirici olabilir. “Her yokuşun bir inişi vardır.” atasözünü şiar edip giderken yolda 140 km koşan Manavgatlı genç Ali Kansu ile karşılaştım. Ali, kaporta ustası ve renkli bir kişilik. Koşularla tanıştıktan sonra hayatının değiştiğini, bütün kötü alışkanlıklarını bıraktığını, yakında evleneceğini uzun uzun anlattı. Hatta koşudan sonra kaymakamın makamında karşılanıp, yerel gazetede örnek insan gösterileceğini söyledi. Ali’nin yol arkadaşlığı ve sohbeti iyi geldi ve Süleymaniye’ye kadar beraber geldik. Ali, yarışı kendi kategorisinde 1. olarak bitirerek ilçesi Manavgat'a gururla gitti.
Buraya kadar yanılmıyorsam 4 tane karbonhidrat jeli, 2 tadımca, 1 protein bar ve en az 4 litre (yarış boyunca 5.5 litre) su içerek geldim. Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz her tarafımızdan terlememiz ve bu sayede soğumamız. Çitalar ve buna benzer çevik hayvanların 100 km’yi bulan hızlarını birkaç dakika daha sürdürdüğünde öldükleri biliniyor. Kitaplardan öğrendiğimiz üzere kılsız, pençesiz ve genelde silahsız atalarımız terleme ve bu sayede amansız koşu yeteneklerini kullanarak daha hızlı, güçlü ve daha tehlikeli hayvanlar karşısında üstünlük kurabildiler. Bunları yarış boyunca ancak 500 ml çiş yapıp terlemenin nasıl bir şey olduğunu anlatmak için söylüyorum biraz da:)
Süleymaniye, sert ve uzun çıkışların geride kaldığı, koşucuların artık yürüyerek de olsa her türlü bitiririm, dediği güzel bir ödül. Buradaki kontrol noktasından tuz, mineral ve elektrolit dengemi sağlamaya yönelik bol bol zeytin, peynir, soda, limon ve portakalın üzerine tuz dökerek yaptığım ufak atıştırmalarla fazla vakit kaybetmeden ayrıldım. Süleymaniye'den Derbent'e kadar olan 15. km’deki 400 m yükseklik kazanımı yine de az değildi ama enerjimin yeteceğini, yarış tempomun çok fazla düşmeyeceğini bilmenin rahatlığı vardı. Yarış boyu genelde yalnız koştum. İlk kontrol noktasına 6. girdiğim halde buralarda 10. sıralardaydım. Narlıca’ya gelmeden beni ilk yakalayan Alper Dalkılıç olmuştu. Yokuşları küçük ve seri adımlarla, hiç yürümeden çıkarak 2-3 dk. içerisinde beni geçti ve kayboldu. Keza eşi Elena da Müşküle'ye gelmeden aynı şekilde geçti ve uzaklaştı. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaptıkları koşular ve dereceleriyle koşu çevresinde haklı ve değerli bir konumda olduklarını bildiğim halde koşudaki rahatlıklarını görünce teknik yarış bilgisi, tecrübe ve başarının öyle ha deyince olmadığını daha iyi idrak ettim ve bu kazanımların ne kadar fark yarattığına canlı şahit oldum. Beni geçerken hayretle izlediğim bir diğer isim de Aysen Solak’tı. Tanımıyordum kendisini. Aynı mesafe koştuğumuz bir kadını geçmem hiç de zor olmasa gerekti. Batonları pıtı pıtı kullanarak çok seri hareket ediyordu. Bir iki yerde ben geçtim, o geçti; o geçti, ben geçtim… Baktım olacak gibi değil, pes ettim ve yol verdim. Yarışı genelde 3. olarak bitireceğini bilsem zaten başında hiç bulaşmazdım. :)
Derbent'e geldiğimde karnım artık iyiden iyiye acıkmıştı. Çorba, bulgur pilavı, 2 ayran ve meyvelerden oluşan bir menüyü, bu sefer hiç acele etmeden, ağır ağır yedim. İçecekler ve meyve servisini babasını bekleyen ve yüzü şimdi dahi gözümün önünden gitmeyen küçük bir kız çocuğu yaptı. Sürekli, babamı gördün mü, geliyor mu, diye soruyordu. Şimdi yazarken aklıma geliyor, keşke sorsaydım babasının adını.
Yeme içme konusu, kim ne derse desin, herkesin tecrübe ederek kendisinin bulacağı bir şey. Bu mesafeler için herkese ayrı ayrı reçete vermek öyle çok kolay iş değil. Hepimizin mide hassasiyeti, yeme-içme alışkanlığı ve tutumu farklı. O yüzden yarış kritiğimi yaparken, kendime en toleranslı davrandığım yerdir bu konu. Az ve sık sık mı yesek, hiç mi yemesek, jel alsak mı almasak mı, kola-soda iyi gelir mi gibi daha birçok sorunun cevabını tecrübeyle buldum. Bu sayede her yarışta bir şeyler öğreniyor ve bir sonrakinde daha rahat koşuyorum.
Derbent'ten çıktıktan sonra arkamdaki yarışçıyla aramı bir hayli açtığımı, artık beni geçecek kimse olamayacağını düşünürken bir anda yanımda Borga (Akvardar) beliriverdi. Arayı nasıl kapattığını düşündüm, şaşırdım… Hemen arkasından da beni geçti. Birbirimize tempo vermemiz, birbirimizi yakalama gayretimiz hem küçük tatlı oyunlar hem de yarışın güzelliği içinde bizi kamçılayan önemli motivasyonlar. Beslenmenin verdiği canlanma ve tempo iyi geldi ve son asfalt bölümünü de oldukça dinç geçerek Derbent-İznik arası 15 km’yi 1 saat 40 dk.da, toplamda da 11 saat 01 dk.da gelerek genelde 11, yaş kategorisinde de 2. olarak yarışı bitirdim.Sonuçlar
Bitirmeden önce bazı çok değerli insanların adını anmak istiyorum. Aydos537’den 140K koşan ve bu tip yarışların gediklisi takım kaptanımız Mehmet Ali Ok ve fotoğraflarımızı çeken değerli eşi Hayriye, annesi gibi hem fotoğrafçı hem de iyi bir koşucu olan Ayşe Zübeyde (6), Turgut&Meltem Baş ve ertesi gün minik adımlarda koşan geleceğin büyük koşucu evlatları Poyraz (6) ve Kuzey (7), takımın sevgilisi oda arkadaşım Alp Aslan, koşamayıp bizim için koşturan Harun Alışır, Onur Azcan ve sevgili eşi Hande, profesörümüz İmparator Tanzer Satır, çok az idmanla müthiş başarı sağlayan Mehmet Bürge, 30K koşan Emre Çakır, genç yetenekler Erdi Buğra Şen, Görkem Palaz, fotoğraflarıyla bize desteğe gelen Cem Gaygusuz ve beni finişte güzel karşılayan, koşuların fenomen grubu Teamrunbo'dan Ersavaş Gudul ve Bike Geckinli kardeşlerim dahil koşan bütün arkadaşlarımı, organizasyonu ve gönüllüleri tebrik ediyor ve kendilerine içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Yazımı ultra koşular için söylenen güzel bir tekerlemeyle bitireyim: Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Döndük baktık arkaya, bir arpa boyu yol gitmişiz…:)
Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.
Şeyh Bedreddin Destanı - Nazım Hikmet
İznik Ultra Maratonu ilk kez 2012 tarihinde gerçekleştirildi ve hala Türkiye’nin tek seferde gerçekleştirilen en uzun koşu yarışı (140K) unvanını -son yıllarda bir iki benzeri yarış ile- elinde bulunduruyor. Bu uluslararası organizasyonda ayrıca İznik Tarihi Kent Koşusu (15K), Derbent Patika Koşusu (15K), Göllüce Patika Koşusu (30K), Narlıca Dağ Maratonu (50K), Orhangazi Ultra Maratonu (90K) gibi alt kategori koşuları da vardır.
Geçen yıl ilk ciddi ultra deneyimim olan ve benim için İznik üçlemesinin ilki, Narlıca Dağ Maratonu’nu (50K) koştuktan sonra “Bu yepyeni bir macera… Geyik Parkuru’ndan (Belgrad Ormanı) başlayıp Aydos’a, oradan -kim bilir, belki de- Ultra Trail Mont Blanc’a uzanacak birbirinden farklı yol(culuk)” demiştim. Şimdi ise Orhangazi Ultra Maratonu’nu (90K) tamamladım. Ekimdeki Kapadokya Ultra Trail (120K) ile hazırlanıp, önümüzdeki yıl İznik Ultra Maratonu’nu (140K) yani üçlemeyi tamamlayıp ara hedeflerime ulaşmayı umuyorum.
Parkur Eğim Grafiği |
Yarıştan 1 gün önce, Aydos537 takım arkadaşlarım Harun Alışır ve Tanzer Satır ile öğle saatlerinde İznik’e gelip otele yerleştim. Zorunlu malzemeler hariç yarış esnasında sırt çantamıza alacağımız şeyler oldukça sınırlı -aslında sınır yok ama ne kadar az malzemeyle koşarsak o kadar az yük taşımış oluyoruz- olmasına rağmen oldukça fazla malzeme getirdim. 10 saatten fazla koşacak olmamız başta ayakkabı seçimimizi, gün içerisindeki hava değişimleri de kıyafetlerimizi önemli kılıyor. Yanlış kıyafet seçimi ya da alacağımız bir şeyi almamamız, yarışı bırakmamıza kadar varabilecek birçok olumsuz durum yaratabilir. Bu yüzden her yarıştan önce, yarışta kullanacağım giyecek, yiyecek ve içecekleri, tıpkı kuyumcu vitrini gibi gözümün önüne sererim. Tahmin ediyorum ki birçok yarışçı arkadaşım da son ana kadar malzemeleri aklından geçiriyordur.
Yarış kitlerinin dağıtıldığı meydana, yani fuar alanına geldiğimde yarışın tatlı heyecanı sarmaya başladı. Buralar kıyafet stantları, ikramlar ve etkinliklerle dolu eğlenceli yerler. Birçok arkadaşımızla burada karşılaşıp, yarışlara dair güzel sohbetler ediyoruz. Yarış numaramı ve gerekli malzemeleri aldıktan sonra doğruca İznik’teki herkesin ortak buluşma noktası, Köfteci Yusuf’a geldim. Burası geniş bahçesi, sınırsız çayları ve çalışan gençlerin fevkalade güzel misafirperverliğiyle iyi bir fuaye alanı aynı zamanda.
Yarış gecesi, saat 12’de takım kaptanımız Mehmet Ali OK, Harun Alışır, Turgut Baş, Alp Aslan ve diğer yarışçı arkadaşlarımızı, 140K koşacakları start alanından başarılar dileyerek uğurladık ve akabinde güzel bir uyku çekerek sabahı ettim.
Saat 7’de Çorbacı Kenan’da süper bir kahvaltı yaptık. Ardından İznik Gölü’nün güney yarısını döneceğimiz (yaklaşık 90K), toplam yükseklik kazanımı ve toplam iniş 2600m +/- olan yarışın başlangıç noktası olan Bursa’nın Orhangazi ilçesine, aynı mesafeyi koşacağımız Aydos537’den arkadaşlarımız Onur Azcan, eşi Hande Azcan, Mehmet Bürge ve Tanzer Satır ile servisi kullanmadan kendi aracımız ile geldik. Yol boyunca, gece start alan arkadaşlarımızın 45 ile 60. km’leri arasında bazılarını gördük, durduk, alkışladık. Bunlardan biri de Turgut’tu ve bir hayli de iyi gözüküyordu.
ORHANGAZİ-SÖLÖZ
Geçen yıl zemini tecrübe etmem ve biraz da ultra koşularda deneyim sahibi olmamdan dolayı trail (Salomon Fellraiser) değil de daha çok yol (Asics Gel Nimbus 18) ayakkabılarımı tercih ettim. Bunda elbette hava durumunun yanı sıra en çok da yarışın ilk 19 km’sinin yükseltisiz, stabil zeminde koşulacak olması etkiliydi. Yarıştaki tek planım bu bölümü 5 pace (dk/km) ile geçip, 1 saat 35 dk.da ilk ikmal noktası olan Sölöz’e gelmekti. Start 9’da verildi. 4. km’deki Örnekköy’ü geçerek, İznik Gölü’nün kıyısı boyunca, kâh asfalta çıkarak kâh zeytinliklerden geçerek sanki yarış böyle bitecekmiş gibi harika bir parkurda 18. km’ye geldim. Köy içerisine Özgür Tetik ile beraber girdik ve ilk kontrol noktası Sölöz’e çok az kalmıştı. İkimiz de dikkatlice baktığımız halde işaretlemeleri göremedik ve -haliyle- alt yoldan devam ettik. Ana yola çıktığımızda yukarıdan yarışçıların geldiğini gördük ve yanlış yoldan geldiğimizi anladık. Tekrar geldiğimiz yerden geri dönerek - 1saat 35 dk.da, tam planladığım gibi- kontrol noktasına 6. ve 7. sırayla girdik. Bu durumu daha sonra arkadaşlara sorduğumda çocukların işaretlemeleri sökmüş olabileceği, cevabını aldım. Bu istasyonda sadece boşalan suluklarımı doldurdum ve hiç oyalanmadan yoluma devam ettim.
SÖLÖZ-NARLICA
Yarışın buraya kadar olan bölümünü fazla hırpalanmadan, yol koşularındaki tecrübemle geçtim. Yarış artık bundan sonra başlıyordu. Buradan bir sonraki istasyona kadar +800 metre toplam yükseklik kazanımı vardı ve amacım gücümü koruyarak 50K’da koşanların start noktası Narlıca’ya, yani bizim yarışın 38. km’sine dinç gelebilmekti. Geçen yıl oradan itibaren koştuğum için kendimi zihinsel olarak hazırlayabileceğimi düşünüyordum (Buradan okuyabilirsiniz). Sert yokuşları ritimli yürü-koşlarla geçerek ve Sölöz-Narlıca arası 17 km’yi 2 saatte tamamlayarak toplamda 3 saat 35 dk.da Narlıca’ya geldim. Burada gece start alıp, Alanya Ultra’dan sonra sakatlığı nüksederek yarışı 25. km’de bırakan ve bize desteğe gelen sevgili arkadaşımız Harun Alışır vardı. Harun, sağ olsun, diğer istasyonlara da geldi. Yarış boyunca ilgisini gördüğümüz diğer üç arkadaşımız da Alp Yörük, Polat Dede ve Türkiye’nin tartışmasız en başarılı ultracısı Aykut Çelikbaştı. Aykut’u hep anlatırlardı ama yakından gördüm ve yaşadım. Burada da fazla kalmayıp, biraz tuzlu fıstık ve birkaç dilim portakal yiyip yine 0,5 +0,5 iki suluğumu doldurup yola çıktım. 2017’de bundan sonra kalan bölümü yani Narlıca 50K Dağ Maratonu’nu 6 saat 20 dakikada bitirmişim. O zamandan bu yana kendimi geliştirmiş olmamı ve bu yoldaki tecrübemi, buraya kadar kat ettiğim yolun yorgunluğuyla teraziye koyduğumda 7 buçuk saatte bitirmeyi öngörüyordum. Buraya 3,5 saatte geldim; üstüne 7,5 saat daha koyarsam 11 saat hiç de mantıksız değildi. Bu hesabı yarıştan 3 gün önce yanına kahve içmeye gittiğim sevgili Cengiz’e (Akyüz) de yapmıştım. Bu iş bilim işi, istatistik işi. Maratonda hazırlık durumuma göre bitiriş süremi artı eksi 2 dk. farkla bilebiliyorum. Aralarında 3-5 saniye olmasına rağmen atların bile favorisi varken, bizim kendi performansımıza göre muhtemel süreleri bulmamız çok daha kolay ama gelgelelim bu hesap bana gerçekten abartılı geldi ve 11,5-12 saat arası bitirebilirim, diyordum.
NARLICA-MÜŞKÜLE
Narlıca’dan çıkıp köy yoluna, oradan da zeytinliğe çıktıktan sonraki sert iniş, bir gün önce yağan yağmurun kayganlığıyla birleşince yarışın en zor demeyeyim ama bana en sevimsiz gelen etabıydı. Narlıca’ya inerken zorladığım quad’lar bana bundan sonra çok lazımdı. Balatayı yakmadan, kayışı sıyırmadan, kolu bacağı kollayarak ve de ip inişinden başarıyla geçerek, patikaları da aşarak ‘nihayet’ dananın kuyruğunun kopacağı 600 yıllık kadim bir köy olan Müşküle’ye geldim.
Zeytinlikler arasından İznik Gölü’ne hâkim, çok güzel evleriyle harika bir köy olan Müşküle’yle ilgili acıklı bir öyküden bahsetmek isterim: Bu güzel köyde Nazım Hikmet’in ölümünün birinci yılında “...tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemem hani” dizeleriyle biten vasiyetine uyularak bir çınar ağacı dikilir. Bu ağacın namı 80’de duyulur ve ardından da jandarma tarafından kesilir. Bu yüzden Müşküle, çınarı olmayan Çınarlı Köy olarak da bilinir…
Müşküle’yi Turgut ile birlikte geçtik. Bizi izlemek için olsa gerek, kapılarının önünde sıra sıra dizilip örgü ören, bizlere laf atan nineler çok hoşumuza gitti. Turgut’un 100. km’siydi ve iyi gözüküyordu. Burada yiyecek yoktu ama görevlilerden aldığım bir parça ekmekle sularımı doldurup yoluma devam ettim. Biraz beraber gittikten sonra Turgut’tan ayrıldım ve bir sonraki durak Süleymaniye’ye doğru yola çıktım.
MÜŞKÜLE-SÜLEYMANİYE
Yükseltinin en fazla olduğu, yarışın en kırıcı etabı burası. Yeterince antrenmanlı değilseniz git git bitmeyen yokuşlar, sıcak da eklenince hayli bezdirici olabilir. “Her yokuşun bir inişi vardır.” atasözünü şiar edip giderken yolda 140 km koşan Manavgatlı genç Ali Kansu ile karşılaştım. Ali, kaporta ustası ve renkli bir kişilik. Koşularla tanıştıktan sonra hayatının değiştiğini, bütün kötü alışkanlıklarını bıraktığını, yakında evleneceğini uzun uzun anlattı. Hatta koşudan sonra kaymakamın makamında karşılanıp, yerel gazetede örnek insan gösterileceğini söyledi. Ali’nin yol arkadaşlığı ve sohbeti iyi geldi ve Süleymaniye’ye kadar beraber geldik. Ali, yarışı kendi kategorisinde 1. olarak bitirerek ilçesi Manavgat'a gururla gitti.
Buraya kadar yanılmıyorsam 4 tane karbonhidrat jeli, 2 tadımca, 1 protein bar ve en az 4 litre (yarış boyunca 5.5 litre) su içerek geldim. Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz her tarafımızdan terlememiz ve bu sayede soğumamız. Çitalar ve buna benzer çevik hayvanların 100 km’yi bulan hızlarını birkaç dakika daha sürdürdüğünde öldükleri biliniyor. Kitaplardan öğrendiğimiz üzere kılsız, pençesiz ve genelde silahsız atalarımız terleme ve bu sayede amansız koşu yeteneklerini kullanarak daha hızlı, güçlü ve daha tehlikeli hayvanlar karşısında üstünlük kurabildiler. Bunları yarış boyunca ancak 500 ml çiş yapıp terlemenin nasıl bir şey olduğunu anlatmak için söylüyorum biraz da:)
Süleymaniye, sert ve uzun çıkışların geride kaldığı, koşucuların artık yürüyerek de olsa her türlü bitiririm, dediği güzel bir ödül. Buradaki kontrol noktasından tuz, mineral ve elektrolit dengemi sağlamaya yönelik bol bol zeytin, peynir, soda, limon ve portakalın üzerine tuz dökerek yaptığım ufak atıştırmalarla fazla vakit kaybetmeden ayrıldım. Süleymaniye'den Derbent'e kadar olan 15. km’deki 400 m yükseklik kazanımı yine de az değildi ama enerjimin yeteceğini, yarış tempomun çok fazla düşmeyeceğini bilmenin rahatlığı vardı. Yarış boyu genelde yalnız koştum. İlk kontrol noktasına 6. girdiğim halde buralarda 10. sıralardaydım. Narlıca’ya gelmeden beni ilk yakalayan Alper Dalkılıç olmuştu. Yokuşları küçük ve seri adımlarla, hiç yürümeden çıkarak 2-3 dk. içerisinde beni geçti ve kayboldu. Keza eşi Elena da Müşküle'ye gelmeden aynı şekilde geçti ve uzaklaştı. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaptıkları koşular ve dereceleriyle koşu çevresinde haklı ve değerli bir konumda olduklarını bildiğim halde koşudaki rahatlıklarını görünce teknik yarış bilgisi, tecrübe ve başarının öyle ha deyince olmadığını daha iyi idrak ettim ve bu kazanımların ne kadar fark yarattığına canlı şahit oldum. Beni geçerken hayretle izlediğim bir diğer isim de Aysen Solak’tı. Tanımıyordum kendisini. Aynı mesafe koştuğumuz bir kadını geçmem hiç de zor olmasa gerekti. Batonları pıtı pıtı kullanarak çok seri hareket ediyordu. Bir iki yerde ben geçtim, o geçti; o geçti, ben geçtim… Baktım olacak gibi değil, pes ettim ve yol verdim. Yarışı genelde 3. olarak bitireceğini bilsem zaten başında hiç bulaşmazdım. :)
Derbent'e geldiğimde karnım artık iyiden iyiye acıkmıştı. Çorba, bulgur pilavı, 2 ayran ve meyvelerden oluşan bir menüyü, bu sefer hiç acele etmeden, ağır ağır yedim. İçecekler ve meyve servisini babasını bekleyen ve yüzü şimdi dahi gözümün önünden gitmeyen küçük bir kız çocuğu yaptı. Sürekli, babamı gördün mü, geliyor mu, diye soruyordu. Şimdi yazarken aklıma geliyor, keşke sorsaydım babasının adını.
Yeme içme konusu, kim ne derse desin, herkesin tecrübe ederek kendisinin bulacağı bir şey. Bu mesafeler için herkese ayrı ayrı reçete vermek öyle çok kolay iş değil. Hepimizin mide hassasiyeti, yeme-içme alışkanlığı ve tutumu farklı. O yüzden yarış kritiğimi yaparken, kendime en toleranslı davrandığım yerdir bu konu. Az ve sık sık mı yesek, hiç mi yemesek, jel alsak mı almasak mı, kola-soda iyi gelir mi gibi daha birçok sorunun cevabını tecrübeyle buldum. Bu sayede her yarışta bir şeyler öğreniyor ve bir sonrakinde daha rahat koşuyorum.
Derbent'ten çıktıktan sonra arkamdaki yarışçıyla aramı bir hayli açtığımı, artık beni geçecek kimse olamayacağını düşünürken bir anda yanımda Borga (Akvardar) beliriverdi. Arayı nasıl kapattığını düşündüm, şaşırdım… Hemen arkasından da beni geçti. Birbirimize tempo vermemiz, birbirimizi yakalama gayretimiz hem küçük tatlı oyunlar hem de yarışın güzelliği içinde bizi kamçılayan önemli motivasyonlar. Beslenmenin verdiği canlanma ve tempo iyi geldi ve son asfalt bölümünü de oldukça dinç geçerek Derbent-İznik arası 15 km’yi 1 saat 40 dk.da, toplamda da 11 saat 01 dk.da gelerek genelde 11, yaş kategorisinde de 2. olarak yarışı bitirdim.Sonuçlar
Bitirmeden önce bazı çok değerli insanların adını anmak istiyorum. Aydos537’den 140K koşan ve bu tip yarışların gediklisi takım kaptanımız Mehmet Ali Ok ve fotoğraflarımızı çeken değerli eşi Hayriye, annesi gibi hem fotoğrafçı hem de iyi bir koşucu olan Ayşe Zübeyde (6), Turgut&Meltem Baş ve ertesi gün minik adımlarda koşan geleceğin büyük koşucu evlatları Poyraz (6) ve Kuzey (7), takımın sevgilisi oda arkadaşım Alp Aslan, koşamayıp bizim için koşturan Harun Alışır, Onur Azcan ve sevgili eşi Hande, profesörümüz İmparator Tanzer Satır, çok az idmanla müthiş başarı sağlayan Mehmet Bürge, 30K koşan Emre Çakır, genç yetenekler Erdi Buğra Şen, Görkem Palaz, fotoğraflarıyla bize desteğe gelen Cem Gaygusuz ve beni finişte güzel karşılayan, koşuların fenomen grubu Teamrunbo'dan Ersavaş Gudul ve Bike Geckinli kardeşlerim dahil koşan bütün arkadaşlarımı, organizasyonu ve gönüllüleri tebrik ediyor ve kendilerine içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Yazımı ultra koşular için söylenen güzel bir tekerlemeyle bitireyim: Az gittik uz gittik. Dere tepe düz gittik. Döndük baktık arkaya, bir arpa boyu yol gitmişiz…:)
x
Tebrikler abi. Yazıda kürsü yaptığınızdan bile bahsetmemişsiniz.
YanıtlaSil2. oldum dedim ya Erhan:)
SilAyağınıza, kaleminize sağlık
YanıtlaSilteşekkür ederim Caner bey
SilHocam super yazi, super tecrube, super kosu, eline - ayaklarina - yuregine saglik, "bi dahakine kursunun tepesinde ol" ama 👊👊
YanıtlaSilKeşke sen de olsaydenın:(( TeşekkürleR Alpaslan
SilBravo Alpay Hocam. Harika koştun. Her yarışta kendi aşıyorsun. Rapor da koşun gibi 10 numara olmuş. Tekrar tebrikler
YanıtlaSilTeşekkürler Mehmet Ali sana da kocaman tebrikler
Silsuper bir yazı ve koşu sizi tebrik ederim. Ayaklarınıza kaleminize sağlık.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Ercan
SilTekrar tekrar dev tebrikler abi, seninle her yarışta karşılaşmak çok güzel... Ayaklarina, kalemine sağlık! Erciyes'te de gorusuyor muyuz?
YanıtlaSilTeşekkür ederim Bike, sizlerle de :)erciyes ?? ehemm , valla olabilir aslında :))
YanıtlaSil