KOŞU GÖZÜYLE 16 GÜNDE 13 ÜLKE VE 16 ŞEHİR

Söz uçar, akıl unutur, göz bulanır ama yazı kalır diyerek hem ileriki yıllar için dönüp baktığımda hafızamı tazelemek, hem de sizlerle paylaşmak adına koşu güncelerimi bir yazıda topladım. Farklı okullardan öğretmen arkadaşlarımızın, tamamen kendilerinin belirlediği -16 gün,13 ülke, 16 şehir, gemilerle beraber 10 bin km - geziye, hiçbir ön hazırlığım olmadan ben de dâhil oldum.. 
 Yazının konusu gezi olacak ve içerisinde tarih, ,sanat, müze, kent yaşamı, tarihi eserler nüfus, yemekler, olmayacak. Bunlar belki başka ve daha uzun bir yazının konusu olabilir.

         12 Temmuz  sabahı 6'da Merter'de 2 kaptan ve 40 arkadaşımızla başlayan yolculuğun ilk durağı Selanik’ti. Arkadaşlarımız yemek ve diğer ihtiyaçları için şehir merkezinde indikten sonra ben de Beyaz Kule ‘ye giden kordonun başında otobüsten indim. Saat 16 ve sıcaklık 34 dereceydi. Hem gezinin ilk günü olması, hem de bundan sonra gideceğimiz yerlerde koşmak adına heyecanla başladım. Kordonun başladığı  yerden kuleye ve devam ederek körfezin sonuna (5 km) geldim. Sıcak ve oranın dinlenme vaktinden dolayı yolda birkaç çocuk, 3-5 koşan ve 1-2 sevgili harici kimse yoktu. Amacım 10 Km koşmaktı ama sıcaktan dolayı 8 km'de bitirmek zorunda kaldım.Strava kayıt 

SELANİK -Kordon

Yollar Bomboş
Geceyi Makedonya ve Sırbistan'ı geçerek otobüste geçirdik. Sabah saatlerinde Budapeşte 'ye vardık. Gezilecek yerler tamamlandıktan sonra Tuna Nehri'nin kenarından koşuya başladım. Nehrin kenarında her milletten koşan insan vardı. Gördüğüm bisikletli sayısı ve bisiklet yolu ülkemizden ve Yunanlardan fazla olmakla beraber daha sonraki günlerde göreceğim ülkelerden de hayli azdı. Yarımada harici her yer asfalttı. Yarım adanın sonundan döndükten (3K) sonra 4 köprü geçerek adaya kadar geldim. Dönüş yolunu da hesaba kattığımda yanlış planlamadan dolayı -çok istediğim -adaya giremeden 18 k lik yolu (12*400 intervalle) tamamladım. Günün ganimeti, tekne turuna 8€ vermeden daha çok yer görmek oldu.Strava Kayıt
BUDAPEŞTE -Tuna Nehri'ndeki Yarımada


Tuna Üzerindeki Birçok Köprüden Biri
3.gün, sabah Budapeşte'den yola çıktık. Polonya sınırına girdikten sonra yolun büyük bölümü 1 gidiş 1 gelişti. Her biri sanat eseri olan bahçeli evlerin arasından geçerek saat 18'de Polonya’ya (Krakov) geldik. Krakov; koşu, bisiklet, kürek ve kano için uygun bir şehir merkezi. Şehrin merkezindeki parktan başlayarak; Prag Meydanı'ndan da büyük, renkli eğlencelerin olduğu eski kent meydanı, nehir kenarı ve ara sokaklarda dolanarak 10 km bitti. Burası ertesi gün gideceğimiz başkent Varşova'yı gölgede bırakan her yönüyle çok renkli bir yerdi. Gece buradan çıkıp Varşova'ya yol aldık. Sabah kahvaltı için durduğumuz yer, Avrupa'nın en büyük şehir parkı olan Lazienki Park'ın önüydü. Parkın içerisinde koşan birçok kişi vardı ve genelde kadın ağırlıklıydı. Kahvaltıdan önce - nefis bir iştah açıcı olarak -parkın gidebildiğim her köşesinde, ördekler ve sincaplar eşliğinde koştum. Parkın bitiminde ama gene parkın içinde olan çok güzel bir atletizm pistinde 8 km'lik koşuyu  tamamladım. Kenti gezip otele vardıktan sonra -etrafında birçok park ve orman olmasına rağmen- tempo yapabileceğim yol boyunu seçerek  21 km daha koştum ve toplamda 30 km'lik bereketli bir gün oldu. Strava Kayıt Lazienki  ,Kayıt yol koşusu
VARŞOVA -Lazienki Park
    Ertesi gün, sabah erken saatte yola çıkıp 400 km’lik bozuk bir yolun sonunda Litvanya'nın başkenti Vilnius'a saat 16'da geldik. Vilnius bohem, şaşaasız, ilk bakışta bile dikkat çekici farklı bir şehirdi. Kendince, resmiyette olmamasına rağmen, özerk bir bölge olan ve duvarda Türkçe dâhil her dilden anayasasının yazılı olduğu Uzıpıs Bölgesi’nden koşuya başladım. Tek katlı muazzam planlı eski evleri ve çadır kamplarını geçerek Beyaz Rusya'dan başlayan Neris Nehri'nin kenarına geldim. Nehir boyunca birçok  koşan insanı görmek, tutkuyla yaptığımız bu sporu daha bir sevdiriyor. Caz müziği eşliğinde, çok güzel figürlerle, müziğin dönemine uygun kıyafetler içerisinde gürültüsüz patırtısız, daha önce hiçbir yerde görmediğim böyle mutlu gençleri izlemek koşunun bu günkü ganimetiydi. 10 km’lik koşumu tamamladım. Barlarda biralar 2€, diğer içkilerde şaşırtıcı derece ucuzdu. Tabi ki ziyadesiyle hak ettim.Strava kayıt
Uzupis Anayasası



Durdum ve izledim bu güzel mutlu gençleri

    Gece yola çıkıp ertesi gün sabah ulaştığımız yer Estonya 'nın başkenti Tallinn idi. Yağmurlu, 13 derece civarlarında bir sıcaklıkla Ayder Yaylası hissi veren bol ağaçlı, ormanlı bir şehri gezip akşam saatlerinde -şehir merkezinden 5 km uzak- otele yerleştik. Etrafta parklar ve ağaçlık alanlar vardı ama tercihimi otelden şehir yönüne doğru -kordondan- koşarak yaptım. Biraz yorgun olmama rağmen denizin hasretiyle 10 km'lik yolu tamamladım.Strava Kayıt























        Yolculuğun 7. gününde sabah 9 gemisi  ile Tallin'den Finlandiya'ya (Helsinki) 2 saatte geldik. Finlandiya; %70'i orman, küçüklü büyüklü 180 bin ada ve 180 bin gölün olduğu, meteor yağmurlarında şemsiyesiz kalmış farklı bir coğrafya. Koşu için mükemmel bir hava vardı ama o uzun ve karanlık ve soğuk kış günlerinde insanlar nasıl koşar bilemiyorum. Avrupa'nın birçok ülkesinde olduğu gibi burada da bisiklet yolları şehrin her bölgesine gidiyordu. Zamanın sınırlı olmasından dolayı o gün koşmaya fazla vakit bulamadım ama şansıma şehirde yaptığım kısa koşuyu tamamlayacağım çevresi 385 m olan geminin güvertesi çıktı ve sonlarda gemimin hareketiyle de olsa saatte gösteren 10 km de bıraktım.Strava Kayıt

        12 saatlik gece yolculuğu boyunca adaların aralarından geçerek sabah İsveç’e (Stockholm) geldik. Her tarafı  Karaköy, her tarafı Balat, Haliç olan biraz uzaklaştı mı kaybolmamanız imkânsız, büyük bir şehir. Nobel binası ve Meclis boyunca devam eden yolu  gezip bir kaç müzeye girdikten sonra köprüler, parklar ve şehir içinde 21 km’lik(Strava) uzun bir koşu yaptım. Koşu sayesinde  bir günlük zaman dilimi içerisinde farklı bölgelere giderek bu büyük şehri daha iyi tanıma imkânım oldu. Kalan zamanı da gezerek gece 11’de buradan ayrıldık.


   

       Sabah Norveç (Oslo)ya vardığımızda gezinin 9. günüydü. Ekiple beraber kalesini ve şehrin içini gezerken bir yandansa akşamki koşu için ufak planlar yaptım. Gezi tamamlandı, akşam saatlerinde otele geldik ve koşuya başladım. Tramvay yolundan devam ederek Kraliyet Sarayı'nın içerisindeki geniş ve düz çimenliklere girdim. İçerisindeki küçük göletlerin etrafında genç yaşlı birçok kişi güzel havada çimenlere uzanmış, deniz kenarı gibi, bikinisiyle şortuyla güneşleniyordu. Buradan devam ederek liman tarafına geldim. Limanın sonundaki kordon boyunda da gene aynı manzara vardı. Bir çok kişi deniz kenarında güneşleniyordu ama 1-2 kişi haricinde -denizin soğuk olmasından dolayı -yüzen pek yoktu. Hiç tahmin etmeyeceğiniz bir yerde insanlar şartlara göre eğlencesini bulmuştu. O gün için interval planım vardı ve son 4*800’ü(12 km) de limanın kale tarafında tamamladım.Strava. Koşudan otele geçip kısa bir dinlenmeden sonra gece yaşantısının, renkli sokaklarının olduğu 4 km ötedeki "Grüner Locca" denilen bölgeye yürüyerek gittim. Dünyanın en pahalı şehri olsa da lezzetli biralardan kendimi alamadım ve günü ödüllendirdim.
GÜRÜNERLOKKA





     

     Ertesi sabah yola çıkıp öğleden sonra   16 gibi Göteborg'a ulaştık. 23'e kadar burada kalıp gece Kopenhag'a yola devam edecektik. Göteborg’da otobüsten iner inmez koşuya başladım. Uzun caddesinin içinden geçerek Göta Alv Nehrine geldim. Nehir boyunca birkaç güzel ve ünlü  balıkçı heykeli vardı. Dönüp, tekrar merkeze doğru farklı bir yoldan gelirken  Tradgard Botanik Bahçesi'ne  girdim. Bahçe, aslında  bu gezide gördüğüm tüm parklar gibi günlük 10 -15 km'leri rahatlıkla tamamlayacağımız büyüklükteydi. Yarım saat kadar  sonra bu bin bir tabiat harikasını bırakıp şehrin girişindeki Göteburg Stadına geldim. Stada girecek bir delik bulamayarak  yakınındaki- Iskansinavya'nın en büyük oyun parkı- Lisenerg'in  fazl bahçesine girdim ve turladım. Buradan tekrar şehir merkezine doğru gelirken yükseltili tavşanlı parka (adını ben koydum ) girip şehirde 13 km’lik koşumu tamamladım.Strava

          Gece yolculuğundan sonra sabah Kopenhag'a indik. Bisiklet ülkesi olarak -gitmesem de- Hollanda'yı bilmesem buraya hemen bu tanımı yapardım. Şehre girer girmez birçok yerde metrelerce uzanan park halinde bisikletler vardı. Ulaşımın %40'ı bisiklet ile karşılanıyormuş. Araba yollarının yanında çok geniş bisiklet yolları vardı. Şık giyimli gençlerin, yaşlıların bisikletlerini park edip şehre geldiklerine, kısa zaman diliminde de olsa çokça şahit oldum. Şehir merkezindeki  Højbro Plads Meydanından başlayıp köprüyü geçerek  görkemli büyük yapıların arasından Tivoli Bahçesinin etrafına geldim. İçerinde büyük bir lunaparkı barındırdığı için paralı olan parka giremeden ve  tekne turlarının yapıldığı Nyhan Kanalı boyunca başlangıç noktasına geldim. Buradan Rosenborg Kalesinin içerisindeki Kralın Bahçesi Tabiat Parkına geldim. Düz, geniş ve çok büyük bu bahçeden koşup  sonra hemen yanındaki inişli çıkışlı 1874 yılında kurulan 10 hektarlık botanik bahçesine girdim, gidebildiğim her köşesine gidip tekrar şehre dönerek 15 km’yi tamamladım.Strava. Parklardan, botanik bahçelerinden bahsederken diyorum ki; İstanbul Bahçeköy'deki Arberatum da ücretsiz olsa, insanlar gelip koşsa ne olur yani! Hiçbir şey olmaz, insanlar gelir koşar, yürür, ailesiyle zaman geçirir ve gider. Halkına güvenmeyen korku ve paranoya içindeki yöneticiler sonunda kendilerine benzettiler bu halkı, başka bir şey değil! Bizim bin bir zahmet ve mesafeyle geldiğimiz  Belgrat Ormanı'nın içerisindeki Neşet Suyu parkuru gibi yere insanlar -özel atfetmeden - yürüyerek geliyordu. Ya da Ankara'daki Eymir Gölü gibi yerlere arabayla gidilsin. Bizim için ritüel olan park hayatı, belli ki Avrupalı için günlük, sıradan hayatın bir parçası. Bakın, tabiatın lütfu olan ormanlardan, coğrafi yapılardan bahsetmiyorum Bunlar kent içerisinde insan eliyle yapılmış parklar. Bizdeki Gezi Park’ı, Maçka Park’ı, gittikçe daralan ve bin bir bahaneyle yakın zamanda koşulamayacak Yıldız Parkı, Validebağ Park’ı, parktan öte korumak için nöbet tutulan mücadele alanları. Parklardan geçtik elimizde kalan birkaç ormandan biri olan Aydos Ormanlarındaki tahribatı arkadaşlarımız  endişeyle gün be gün gözlemliyor. Daha düne kadar girilen göl tarafı, birilerine bilmem kaç yıllığına kiralanıp, etrafı tellerle çevrilmiş, insandan yalıtılmış durumda. Daha güneş doğmadan yanınıza gelip sizden para isteyen adamlar, ne için kesildiği belli olmayan bir sürü ağaç çok yakın zamanın konuları. Bizim koşu meselemiz değil bu. Hiç olmadı koşu bandını yükseltir gene bir çare buluruz ama tahrip olan, tükenen koca bir ülke. Bu da başka ve uzun bir konu.

KRALIN BAHÇESİ

23 ağustos 1913'te burada yaşamış ,ünlü çocuk hikayeleri masalları yazarı Andersen ve hikayesi adına yapılan Küçük Deniz Kızı Heykeli



  

              Geceyi Almanya için gemiye bineceğimiz yere yakın, Kopenhag'tan 80 km uzaktaki bir yol otelinde geçirdik. Sabah 1 saat süren gemi yolculuğundan sonra 10 gibi Hamburg'da idik. Pazar günü olması dolayısıyla bazı lokantalar hariç her yer kapalıydı. Türklerin bulunduğu caddeden Rathause (Belediye Binası) gelip koşuya burada başladım. Koşu için yolların boş olmasını avantaj olarak düşünürken kendimi  su kenarında koşan birçok insanın arasında buldum. Çoğu tempolu koşuyor, sanki yarışta koşarmışçasına sürekli yanınızda birileri oluyordu. Su kenarında 5 km gittikten sonra bunun aslında bir göl (Alster Gölü) olduğunu sorarak anladım. Gölün karşısına ve çevresine baktığımda, 1 tur bile atmak gözümde ne kadar büyüdü anlatamam. Aslında koşudan bile saymadığımız, dinlenmek için yaptığımız bu mesafelerin ne kadar uzun olduğunu çok güzel anlatıyordu bu manzara. Çevresi 7,5 km olan bu gölden ayrılıp başka bir yere gitmek istemedim ve 3 tur atarak, toplamda tempolu bir 25 km yaptım. Gölü dolaştıran teknelerin fiyatı 15€ gibi hayli yüksek bir fiyat. Ülkemiz için düşünürsek; yaz-kış, hafta sonu dâhil genelde sabah ve akşam saatlerinde koşuda yoğunluk olur. Kuzey Avrupa'da havanın müsaitliğinden dolayı günün her saati  görünen insanlar düşünüldüğünde sporcu sayısı hiçte az değil. Bu kısacık gözlemden çıkardığım sonuç; Almanya ve insanı, yaptığı dünyanın sayılı maratonlarını, koşularını fazlasıyla hak ediyor.





   

     Almanya'dan Prag'a gece yolculuğuyla sabah saatlerinde geldik. Sıcaklık mevsim normallerinin altında  ve tam koşuluk bir gün olmasına rağmen  -önceki günün tempolu koşusunun ve gece yolculuğunun yorgunluğu üzerimde pek yoktu- bu günü yürüyerek(kayıt) kendime vücuduma bir dinlenme olanağı tanıdım. Koşarak, koştukça daha zinde, daha koşuya hazır hissediyorum kendimi. Kısa ve yavaş tempolarda olsa mutlaka ayaklar dönmeli her an koşuya hazır olmalıyım diye düşünüyorum. Ara verdiğimde kendimi çok yorgun, motivasyonsuz buluyorum.

          Prag’da gece kalıp sabah saatlerinde Viyana'ya doğru yola çıktık. Bu arada herkes aldığı kilolardan ve dönüşteki rejim planlarından bahsetmeye başladı. Öğleden sonra koşu planım varsa yolculuğun gereği çok sıkı kahvaltı yapıyordum. Akşam da koşudan sonra olmak üzere 2 öğün bana yetiyordu. Koşuların asıl ganimeti -biralardan da içip- kilo almamam oldu. Bunu duyan da beni dal gibi falan zannetmesin, 1 yıldır hep aynı, 83 kiloyum. Evet, Viyana diyorduk geldik bile. 2 saat beraber şehri gezdikten sonra Stephan Kilisesinin önünde akşam 23'te buluşmak üzere ayrıldık. Koşularda telefonumda internet  olmadığından dolayı navigasyon kullanmadım. Bunu başından beri çok önemli bir eksiklik, bir hata olarak gördüm. Hâlbuki internet olmadan, çevrim dışı seçeneklerle Google haritalar indiriliyormuş. Bilmediğiniz yerde, nereden nereye gittiğinizi görmek çok önemli. Buluşma noktasından başlayıp 5 km uzaktaki Tuna Nehri'ne gitmek istiyordum. Bunun için " Eksküizmi! Vo ist donaun (Tuna ) fulus ? Is diz vey?" ve dönüşte "Vo ist Stephan kieşe?" gibi klişeler çok çok hayati. Tabi Almanca da katınca daha bir havalı oldu. 19 ülkeden geçip 80 milyon insanını selamlayan Tuna Nehri, burada adaların fazla olmasından dolayı birçok kola ayrılıyordu. İkisi şehir merkezine yakın diğer ikisi de diğer yanında olmak üzere gördüğüm 4 kolu vardı. Bu kollardan birinde en uzun, diğerlerinde de kısa kısa olmak üzere koştum. Kollardaki durgun yerler çok berrak ve temizdi. Güneşlenen çoktu ama su sıcak olmasına rağmen yüzen azdı. Çantamda yedek şortumun olmaması büyük bir ganimeti kaçırmama sebep oldu ve tekrar farklı bir yoldan şehir merkezine döndüm. Viyana’nın şehir suyunun ödüllü, mineral oranlarıyla Avrupa'nın en iyi suyu olduğunu biliyordum. Şehrin birçok noktasında bulunan çeşmelerden ararken "Stadtpark "ı buldum ve içinde son turlarımı atarak 17 km’lik koşuyu bitirdim.Strava kayıt. Gezinin ilk günü böyle bir park bulsaydım inanın çıkmazdım oradan. Bu arada koştuğum yerlerden bahsederken, bunlar yazının başında da dediğim gibi tamamen hazırlıksız kentin göbeğinde önüme çıkan yerler. Araştırsam, biraz çalışsam kim bilir daha  neler vardır.



Viyana'dan 23’te yola çıktığımızda önümüzde  İstanbul’dan Akçaabat'a kadar gideceğimiz 1000 km vardı. Shengen ülkelerinden olmayan 3 ülkeden girip çıkmak, yolda beklemekle hayli sıkıcı bir yolculuk oldu. Sonunda Üsküp'e saat 17’de geldik. Bir saat otelde dinlenip hayli aç olan karnımızı köfte, kuru fasulye, peynirli salatayla ile doyurduktan sonra şehri gezmeye başladık. Bu arada ben koşuyla ilgili yazıları yazmaya başlamış Budapeşte'yi geçmiştim. Yazının devamı için burada koşmadan olmazdı. Yolculuk, yemek ve uykuya rağmen Müslüman Bölgesi'ni gezip- Vardar Nehrini köprüden geçip- karşıya geçtim. Biraz sindirmek için bölgeyi gezmemiz iyi oldu. Buradaki koşuyu akşamın en sona sakladım ve kanal boyunca koşmaya başladım. Yolun üst kısmındaki çay bahçeleri, kafeler ve barların yanında gezenlerden çok, alt taraftaki yolda koşan insanlar vardı. 2 büyük, 2 tane de küçük plaj voleybolu sahasında gençler maç yapıyordu. Yol boyu Kay kay ve paten yapan çocuklar gördüm. 3 km gidip döndüm. Geri kalan 2 km’yi de şehirde tamamlayarak  bu gezideki son koşumu 8km bitirdim.Strava. Gece nasıl uyuduğumu bilmiyorum. 
Üsküp Meydanda  Nefis Balkan Müzikleri

Vardar Nehri ve 10 km giden kıyısı
Ertesi gün Selanik ve Kavala'yı da gezerek yurda döndük.
Kavala'nın olmazsa olmazı; Greek Salata-Kalamar- Sardalye.
Ve Tabii ki Uzo
       
        Bir şehrin tarihini kültürünü tanımak için orada bir müddet yaşamak gerekir ,bu belli bir şey .En basitinden şehrin tüm ulaşım ağı ,yaşadığınız yer gibi gözünüzün önünde olmalı .Bilinenin ötesinde şehrin farklı noktalarını da bilmek ,görmek gerekir .Sabah bir yere gelip, akşam terk ettiğimiz -panoramik - geziden ,bu anlamda fazla bir beklentim yoktu .Kendi yaşadığımız yerin bile ne kadarını tanıyoruz .Kaç müze ,kaç tarihi yapı var gitmediğimiz,bilmediğimiz .Kendi adıma şunu diyebilirim ki ;koşuyla ,yaşadığım kenti daha iyi nüfuz ettim .Belgrat ormanlarının çoğu yeri ,hayatta aklıma gelmeyecek Çekmeköy Ormanları,Yeşilköy,Yeşilyurt  ,Bakırköy ,Eminönü'nden Sarıyer'e defalarca   olmak üzere ,Anadolu Hisarı ,Üsküdar ve Kadıköy'den Kartal'a tüm boğazı  koşarak daha iyi tanıdım .İş çıkışı Beyazıt'tan Yenibosna'ya koşarak gelmeniz ,sizi çılgın birisi yapabiliyor .Halbuki bu koşular, bizim için yaşam pratiği ya da normal bir idman .Yaşadığım semtin tüm sokaklarını parklarını arşınladım .Kenti daha çok sevdim, daha çok nefret ettim .Yazıda adı geçen yerlerin neresi  ,neyin nesi ,kimin fesi olduğunu bilmeden koşup ,adlarını sonradan araştırdım ve yazdım.

       Velhasıl ,işin doğrusu ,gittiğimiz yerlere bir de bu kafayla bakalım dedim .Siz beni anladınız !Sağlıkla nice koşulara ,daha göreceğimiz güzel yerlere !

Yorumlar

  1. Alpay süper tebrik ederim.Yazını beğendim.Birkaç eleştiri ve eklemem olabilir.Uygun bir karşılaşmamızda iletirim.Devamı gelir İnşallah!!

    YanıtlaSil
  2. Fikrine sağlık hocam,gezmiş kadar olduk.

    YanıtlaSil
  3. Apay hoca krakow yahudi kampından bahsetmemişsin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder