16 ARALIK 2018 MERSİN MARATONU

  


  Adı ve hikâyesi Antik Yunan kökenli olan maraton (42,195 m), ülkemizde 4 farklı şehirde (uluslararası) koşulmakta. Hatırlatırsak; en köklüsü, 40. yılını dolduran İstanbul Maratonu. Antalya Maratonu 13,  Çanakkale Maratonu ve Mersin Maratonu ise 4 yıllık geçmişe sahip. Mevsimlere göre uygunluk ve takvim olarak birbirine aralıkları ile yılın herhangi bir zamanında karar verip, hazırlanmak için uygun olan bu dört farklı maratonun, ülkemizdeki maratoncu sayısının -en iyimser rakamla- 2500 civarında olduğu düşünülürse talebi fazlasıyla karşıladığı söylenebilir.

  Maratonlar; yarı maraton (21km), 15km, 10km, halk koşuları, çocuk koşuları gibi alt koşularla 10 binleri aşıp, kentleri festival görünümüne büründürüyor. Sporcu sayımızdaki artış (alt yapı - üst yapı ilişkisini bir kenara bırakırsak), yarışları çoğaltmaktan çok, başta parkur olmak üzere ölçünü yüksek, nitelikli yarışlar yaparak insanları özendirmekten geçiyor. Tabii bunlar da yetkili düzenleyiciler ve destekleyiciler olmadan olmuyor.

  İlk defa katılacağım Mersin Maratonu, 4. maraton koşum olacaktı. Amacım, İstanbul'da (2017) koştuğum 3:27:02'lik dereceyi aşıp, 3:15:00'ın altında bitirmek, yani en iyi kişisel derecemi yapmaktı. Hedef yarış olarak seçtiğim Mersin'e, 4 ay öncesinden, hedefime uygun antrenman programıyla başladım. Maraton koşularına hazırlıkta genellikle haftada 3 gün temel çalışma bulunuyor. Bunlar; 

  * İnterval

  * Orta mesafe sert tempo
  * Değişen tempolarda hafta sonu uzun koşuları.

  Ara günlerde ise ya dinlendirici ya da orta tempo hacim koşuları.



  Bundan önce koştuğum 15K, yarı maraton ve maratonlarda süre hedefli programlarla antrenmanlar yaptım ve hepsinde hedeflerimi tutturdum. Bilimsel disiplinle çalışan herkes muhtemel süresini aşağı yukarı tahmin edebilir. Bu anlamda yol koşuları sürprizlere pek açık koşular değil.


  Yarış programları arasına destekleyici, idman akışını bozmayacak başka bir "yarış" koymak geliştirici olabiliyor. Örneğin, maraton hazırlığının arasında bir yarı maraton, ultra maraton hazırlığının arasında da maraton koşmak hazırlığa katkı sağlayabilir. Benim ise tam arada, hem biçim hem de hazırlıklarıyla pek bağdaşmayan, Kapadokya (119K) ultra trail yarışı vardı. Bu süreç programımı biraz aksatsa da çok da korktuğum gibi olmadı ve yarıştan sonra çabuk toparlayıp tekrar çalışmalarıma dönebildim. Ama bu arada da kesinlikle şuna karar verdim; bir dahaki maraton hedefimde 4 aylık hazırlığın arasına hiçbir yarış almayacak, sadece yarışa odaklanacaktım.

  Yarıştan bir gün önce, öğle saatlerinde Adana'ya indim. Buradan Mersin'e tren ile geçmek istiyordum ama hemen kalkmak üzere olan servis daha cazip geldi. Adana ve Mersin'e daha önce hiç gitmemiştim, şehri merak etmekle beraber gezip tozma havasından da uzaktım. İşlerimi halledip otele geçmek ve günü dinlenerek geçirmek istiyordum. Mersin'e geldiğimde yarış malzemelerimi almak için Forum Alışveriş Merkezinin önündeki fuar alanına geldim. 32 yıl önce kırdığı 2:10:25'lik rekoru hala kırılamayan Mehmet Terzi, Mehmet Yurdadön gibi efsanelerle beraber birçok eski ve yeni usta isimler de etkinlik alanındaydı. Kebap, çeşit çeşit tatlı ve tantuniyi yarış sonrasına bırakmak kolay olmasa da tercihimi tam tahıllı makarna, pilav ve patates gibi daha garantili yiyeceklerden yana yaptım. Akşam saatlerinde, adetten olduğu üzere yarış öncesi 3K'lık jog yaptık ve dinlenmeye geçtik. 




"Nereye Koşuyor Bu Adamlar" adlı minik koşu grubumuz.
Nazım Abi, ben, Kenan ve Zafer. Bir de Mehmet Yılmaz.


 Gece, güzel bir uykunun ardından 06.00'da kalkıp her sabah yaptığım esneme ve egzersizlerimi yaptım. 06.45'de 2 yumurta ile birlikte sıkı sayılabilecek klasik bir kahvaltıyı bitirmiş, Zafer'in yaptığı kahve keyfine geçmiştim.



  400'e yakın maratoncunun kayıtlı olduğu maraton 09.00'da başladı. Yarışın ilk 2 km'sinde yarışı bitirmeyi düşündüğüm ortalama km/saat'ten (pace) daha yavaş tempoda (4:45) gitmeyi düşünüyordum ama yarıştan önce startın yan tarafındaki caddede çok güzel ısınıp, kısa fartleklerle kendimi zinde hissedince yarış ortalamama yakın, yani 4:30 ile 4:35 pace arasında gitmeye karar verdim. Hedefim 42 km'yi ortalama 4:37 pace ile bitirmekti. Başta dediğim gibi hazırlık planımdaki göstergeler hedefime ulaşacağıma dair işaretler verse de bir önceki maraton yarışımla şimdiki hedefim arasında 15 dk. gibi hiç de az olmayan bir süre farkı vardı. Yarışçılar arasında çok bilinen tabirle 30-35. km'ler arasında "duvara çarpar" mıydım ya da "patlar" mıydım? Bu şu demek aslında; depolanmak üzere glikojen rezervlerine dönüşen karbonhidratların boşalması, tükenmesi. 


   Bu olayın başlıca nedenleri;

    *Yarış esnasında doğru beslenememek,
    *Gerçek temponuzdan hızlı gitmek,
  *En önemlisi de mesafeye uygun yeterli antrenmanları yapmayıp, vücudunuzun farklı durumlarda yağlar gibi farklı enerji kaynaklarını kullanmayı öğrenememesine sebep olmak.


  Ne kadar kendimi dinç hissetsem de bu durum beni biraz dizginledi. Yarışın ilk 10 km'sini harika bir hava ve mükemmel bir yolda çok rahat geçtim.




  Sabit bir seyirde, dalgalanmadan koşarken 16. km'deki dönüş alanından denize yakın yola girdiğimde, tempomuzun ve planımızın benzeştiği Ali Rıza (Pamuk) ile beraber koşmaya başlamıştık. Tam bu bölümde Zeytinburnu-Bakırköy sahilinde her daim olan rüzgarı aratmayacak sertlikte rüzgarla karşılaştık.





 Sahil yolundan çıkıp ana caddeye geldiğimizde rüzgar, çevredeki yapılardan şiddetini zaman zaman kesse de ta ki 29. km'deki dönüş alanına kadar tam karşımızdan gelerek kendisini hissettirdi. 29. km'den sonra arkamıza alıp, yelkenleri doldursak da rüzgara verdiğimiz zamanı geri alamamışızdır diye tahmin ediyorum. Herkesin sınırlarında gittiği bu tip tempolu yarışlarda rüzgar koşucunun moralini bozuyor ve konsantrasyonunu etkiliyor. Bu da ister istemez performansına yansıyor. Tabii bunlar her yarışta olabilecek olağan durumlar, sadece durumu anlatmak için söylüyorum. Buraya kadar olan bölümü, yarışın doğası gereği zaman zaman birbirimizi geçsek de Ali Rıza ile tamamladık ve birbirimize güzel tempo verdik. Yarışı da zaten arka arkaya bitirdik.


  Bu yıl, geçen yıllardaki yükseltili bölümlerin çıkartılıp, güzergâhın düz bir hale getirildiği söylenmişti. Bundan olacak ki parkurun 29 ve 38. km'lerindeki tatlı yokuşlar benim gibi birçok kişiye sürpriz oldu. Aslında çok normal olan bu durum, bizim teraziye yatırılmış gibi abartılı, dümdüz  bir parkur beklentimizden oluştu. Ama şu da bir gerçek ki benim ve birçok kişinin ortak kanısı, buranın açık arayla Türkiye'nin en iyi parkuru olduğu. Düzenleyicilere getirebileceğim eleştiri, son 4 km'de 15K ve halk koşusu yapanlarla karışıyor olmamız. Sakin sakin koşarken bir anda curcunanın içinde bulduk kendimizi. Beraber aynı yolda giderken diğer koşucuların yollarında sağa sola dönüşler vardı. İster istemez onlara takılan, yanlış yola sapıp dönen maraton koşucuları oldu. Hatta ben de sonlarda o sapaklardan birinde durdum ve Mert Derman'a sorup doğru yolda olup olmadığımı kontrol ettim. Maraton yarışında, ultralarda yaşadığımız bu durum bence hiç olmamalı, bitiriş yerleri her koşunun farklı yerlerinde olmalıydı. Umarım bu durum gelecek yıllarda düzeltilir.

  Yılda bir maraton koşan ben bir daha gelir miyim bilmiyorum ama iyi ki burayı hedef yapmışım, İstanbul yerine Mersin'de koşmuşum, diyorum ve sizlere de tavsiye ediyorum.

  Yarışın sonucuna gelirsek tam hedeflediğim sonucu alarak 3:15:42 lık dereceyle genelde 55. yaş grubunda ise 10. oldum. Maraton yarışçılarının ancak % 2'sinin yapabildiği, 3 saatin altında bitirmek (sub3) gibi bir hedefi görmek, telaffuz etmek bile benim için çok güzel. Öncelikle biraz kilo verirsem orta vadede 3:08'lere inecek gücü kendimde görüyorum. Ama şimdi Nisan'da koşacağım İznik 160K yarışı hazırlıkları başlayana kadar bir müddet yüzme ve bisiklet ile dinleneceğim.

   Spor ve sağlıkla ....



                   












Yorumlar

Yorum Gönder